6 Ocak 2014 Pazartesi
21 Ekim 2013 Pazartesi
6 Ekim 2013 Pazar
Sarı Çocuk ve 3 puan
Slaven Bilic'in,Önder Özen'in gelişi,lige 4 te 4 ile başlamamız derken daha önce hiç yapmadığım şekilde sırf şans getirdiğine kendimi inandırdığım için yazı yazmadım takım hakkında. Çünkü kimsenin beklemediği şekilde Bilic'in kartalları büyük isimler üstüne kurulmamış ve takım olarak maç kazanıyor iyi top oynuyorlardı. Kimileri lig başlayınca sakal uzatmaya başlar,kimileri her maçı hep aynı yerde oturup izler , kimilerinin de her maç aynı formayı giyme gibi totemleri vardır bende kendime göre böyle bir totem bulmuştum ki 4 maç iyi gitti.
Galatasaray maçında yaşananlarla başlayıp,Antalyaspor deplasmanında aldığımız beklenmeyen mağlubiyetten sonra Eskişehirspor maçının önemi çok büyüktü.Eskişehir'in son haftalarda yakaladığı çıkış,Ertuğrul Sağlam'ın hırsı gibi faktörler düşünüldüğünde maç öncesi kazanan taraf konusunda nötrdüm hatta kaybedebileceğimizi düşünüyordum.
Eskişehir'de okuyan ve Eskişehirspor kombinesini 2 yıldır alan biri olarak önceki tecrübelerime dayanarak maç öncesi yığılma olacağını düşünüp stada biraz erken gittim.Maç sonrası Rıdvan Dilmen'in de söylediği gibi Eskişehir'liler bu maça pek rağbet etmemişti lakin maç oynanırken havanın 0 derece olduğunuda belirtmeden geçmek istemiyorum.(Eskişehir Atatürk Stadı'nın soğuk havasını ve açıkta esen rüzgarı bilen bilir) Tribünlerde ki coşku eksikliği bizim takım adına artı bir durum oluşturdu kesinlikle.Taraftarını arkasına alan Eskişehirspor bir başka oynuyor.
Maç özeline gelmek gerekirse Beşiktaş bu maç çok akıllı bir futbol oynadığını düşünüyorum.Son 2 haftada aldığımız mağlubiyetleri hazmedip ipini koparmış gibi saldırmamak çok akıllıcaydı.Takımın bu yıl en iyi yaptığı işlerden biri olduğunu düşünüyorum.Sakin kalmayı başarıp,ara ara yaptığımız tempo yükseltmeleri hem takımın çabuk düşmesini engellediği gibi,rakibin rahat pas yapmasını da engelliyor.
Orta sahada oynayan 3lümüz dün bana göre kusursuza yakın oynadı.Özellikle Necip'in zaman zaman yükselen sertliği ve rakibi ısırması çoğu zaman Eskişehir tribünlerinden sürekli olarak küfürle karşılık görsede kulağını kapayıp işine odaklanmasına bayıldım.
İleri 3'lü de ise takıldığım tek isim Olcay Şahan oldu.Geçmiş performanslarını baz aldığımızda bana biraz bitkin geldi.Bazı pozisyonlarda önceleri yaptığı gibi çizgiye inip kovalamak yerine kolay olanı arayıp kendini yere bıraktı.Kaybettiği bazı pozisyonlardan sonrada gereksiz sinirlenip rakibini hırsla kovalaması beni maç sırasında rahatsız etti.Daha önce çok defa örneğini gördük saçmalamaya müsait hakemler tarafından eksik bırakılmıştık bu tarz pozisyonlarda.
Vee bize 3 puanı getiren Ömer Şişmanoğlu.Geldiği günden beri yararlanmamıştık Ömer'den.Kayserispor ve Antalyaspor'da gösterdiği performansı çok beğenirdim.Dün de oyuna girdikten sonra topsuz alanda yaptığı koşuları ve kendinden cüsse olarak daha iri olan Akaminko ve Diego'yu hava toplarını indirmeye çalışırken hayli zorlamasını çok beğendim.Televizyondan pek belli olmamış olabilir ama takım savunmaya çekildiğinde ileri yapılacak kontralarda iyi yer tutup ok gibi fırlamaya hazır yer tutması,hava toplarına yalandan çıkmaması ve koşmaktan kaçmamasını dün çok beğendim.Biraz daha şans bulup,kendine güvenildiğini hissederse Beşiktaş'ın rotasyonu içinde önemli bir yer tutabilir.
Sonuç olarak dün aldığımız önemli galibiyet 2 maçlık kabustan uyanmamzı sağladı.Milli maç arasını da iyi değerlendirip yeni bir seri başlatabiliriz.Yeter ki Galatasaray maçında olanlar gibi kendi kendimizi yakmayalım.
13 Eylül 2013 Cuma
Alex Morgan
'Baby Horse' lakaplı Amerika Milli Takımı'nın yıldızı Alex Morgan. 58 maçta 38 gol gibi bir istatistiği olduğunu da belirtelim.
29 Ağustos 2013 Perşembe
23 Ağustos 2013 Cuma
Soyguncu Lig Tv
Uefa,Cas,Fifa derken ortalık bu kadar karışık ve gittiğimiz yol bu kadar karanlıkken bir şekilde avrupa maçına çıktık.Takımı yaklaşık 3 aydır izlememiş olmamız , özlememiz bazı soygunculara rant kapısı sağladı. Yıllardır ligi elinde bulundurup istediği maçı,paketi istediği fiyata satıp aynı şekilde hizmet ve destek olarak karşılık vermeyen Lig Tv , belkide Türk spor yayıncılığında bir ilke imza attı.
Tromsö gibi vasat bir takımla oynanan ön eleme maçını kendi spor paketi üyelerine 25 tl spor paketi olmayanlara da 50 tl den satmaya kalkıştı.Tekelcilik ve rekabet faktörünün olmadığı her yerde olduğu gibi tekelci kendi kafasına göre at koşturmaya çalıştı.
Dünyanın başka biryerinde başka örneği varmı bilemiyorum lakin bu düpedüz soygunculuktur.Takımın dandik bir ön eleme yerine turnuvada önemli bir maça çıktığını düşündüm , satacakları fiyatı tahmin bile edemedim.
Bu olay Beşiktaş'a nasıl yansıdı ? Taraftar maçı izleyemedi,Lig Tv ye edilen sözlerin birazı da buna göz yuman takıma gitti, Beşiktaş dandik bir ön eleme maçını satıp işine baktı.Olan yine her zaman ki gibi taraftara oldu.
Maçını satmış nakit parasını cebine koymuş bir Beşiktaş'ın taraftarına yaşatılan bu hakarete tepki göstermesini beklemek,bir daha yaşanmasını önlemek amacıyla hizmeti sunmaya aday olan şirkete çeşitli yaptırımları kabul ettirmesini beklemek çokmu uzak ? çokmu hayalcilik olur ? Görürmüyüz öyle güzel günler ? Taraftarını düşünen bir Beşiktaş ?
22 Ağustos 2013 Perşembe
Bale = Real
Anlaşmanın 99 milyon euro'ya sağlandığı sesleri yabancı medyada iyice yükseldi.Bu kadar gitme niyetinde olan bir oyuncuyu da Tottenham'ın inatla tutmaya çalışmasına anlam veremiyorum.
Fiyat yükseltme ya da tok satıcı tavırları bir yere kadar işler.Oyuncu değerini bulup hatta bu şekilde değerinin üstüne bile çıktığında satılmazsa hem uzun vadede hem de kısa vadede tek kaybeden Tottenham olur.
18 Ağustos 2013 Pazar
30 Temmuz 2013 Salı
23 Temmuz 2013 Salı
15 Temmuz 2013 Pazartesi
Heja Sverige
Uzun zamandır (yine) uzak kaldık bloga.Yeni yazılar ve atkı koleksiyonuna yeni eklenenler yakında burada olacak.
Ayrıca fotoğraf kaynak : Tribündergi
17 Mayıs 2013 Cuma
Banu Yelkovan - Dokunanı Yakarım
Banu Yelkovan'ı severek takip ederim.Futbola getirdiği 'anne' bakışı çok sık rastladığımız birşey değil zira.Yaşanan bu çirkin olayları yorumlayan bir kadın,hele de futboldan anlayan bir anne olunca farklı bakış açılarını seven bizler için önemli bir kaynak oluyor.Bazılarının yaptığı gibi işin teknik ve taktiğine saplanmak yerine işin duygusal yönüne bakışı ise ayrı bir artı kazandırıyor.
Bundan 2 yıl kadar önce burada da yayınladığım röportaj için buluşmuştum Banu 'abla'yla.Ne gazeteci ne de ismi duyulmuş bir blogger olmama rağmen gösterdiği sıcaklık ve 'insana saygıyla' sevgimi ve saygımı daha ilk dakikadan kazanmıştı.Şimdi derbiyle ilgili yazdığı bir yazıdan dolayı bazı gözünü renk bürümüş 'acizler' tarafından benim gördüğüm kadarıyla twitter'dan söylenen asılsız sözlere maruz kalıyor.İşin görünmeyen kısmında mutlaka da mail olarak da rahatsız ediliyordur.
Türk futbolunun içinde bulunduğu bu açıklanamaz durumda yazılarıyla,fikirleriyle çözümler bulmaya çalışan,saldırganlığı,nefreti bir nebze azaltmaya çalışan az sayıda insan varken onlarada bu şekilde yüklenmek en hafif tabiriyle 'vicdansızlık'tır.
Hala okumayan varmı bilmiyorum ama vardır diye birde burada paylaşmak istiyorum.Altına imzamı attığım bir yazı;
Ülkemizdeki şiddet ortamı çocukluğumuzdan itibaren bizi sarıp sarmalıyor. Ama 'ebeveyn' olunca insan etrafa farklı bakıyor. Artık tarafımı açıklama zamanı geldi.
Kaç yaşındaydım tam hatırlamıyorum ama küçüktüm... Sokaktan pat pat bir gürültüler bağrışmalar geldi, balkona fırladık.. Tam karşı apartmanın altında, vesikalık fotoğraflarımızı çektirdiğimiz, tatil fotoğraflarımızı bastırdığımız Foto Mehmet’in kapısından iki genç çıktı, koşarak uzaklaştılar... “Allah Allah ne oldu” derken Mehmet abi kanlar içinde sürünerek kapı ağzına geldi... Kapı komşusu bakkal göklere yükselen bir çığlık attı, yoldan geçenler kaçıştı, biz iki küçük kız çocuğu balkonda bakakaldık... Annem, “Çabuk içeri girin” diye bağırdı... Perde aralığından bakmamıza da izin vermedi. Sonra komşulardan öğrendik ki Mehmet Abi o öğleden sonra hastanede ölmüş... Zaten solcuymuş. Solcu ne demek bilmiyorduk. “Zaten solcuymuş” ne demek hiç anlamadık. Ebru solak olduğu için bir süre tırstı. O görüntü gözümün önünden hiç gitmedi.
Sonra 12 Eylül oldu. Annem evdeki Ruhi Su, Cem Karaca, Edip Akbayram plaklarını kırdı. Plaklardan geriye iki Seyyal Taner, bir Füsun Önal kaldı.. Biz hala küçüktük, Ruhi Su’yu pek dinlemezdik de Cem Karaca’nın ‘Düştük Mahpus Damlarına’ plağının kırılmasına çok ağladık. Favori dans şarkımızdı..
Annem o furyada albümlerden babamın sendikacı arkadaşlarıyla çektirdiği resimleri ayıkladı, ortadan kesti, babamsız yarıları küvette yaktı. Annemin fotoğraf operasyonu sonrası albümler çok komik oldu; Babam kolunu olmayan birinin omzuna atmış gülüyor, olmayan birileriyle karşılıklı göbek atıyor, bedeni olmayan kollarla kadeh tokuşturuyor.. Bakıp bakıp gülerdik: “Bak İlhan Amcanın koluyla babam düğünde!”
Babam banka müdürüydü ama sendikacıydı da... Her yeri geldiğinde, diyelim kardeşimle ben misafir çocuklarla oyuncuklarımızı paylaşmadığımızda BİLE, eşitlikten, adaletten, kardeşlikten bahsederdi. Kendi çocukken sopadan yaptığı oyuncağı anlatırdı, hiç oyuncağı olmayan çocukların hikâyelerini, biri bize aynısını yapsa hoşumuza gidip gitmeyeceğini... Uzun uzun anlatırdı, acayip sıkılırdık. Oyuncağı değil paylaşmak, hediye edip kurtulasımız gelirdi. Ama etmezdik, nitekim bizim de öyle çok oyuncağımız yoktu.
Ben işte o yıllarda bir ara, belki Mehmet Abi öldüğü için, belki dans ettiğim plaklar kırıldığı için ya da annemin bütün önlemlerine rağmen babam yine de tutuklandığı için, işte tamamen böyle apolitik sebepler yüzünden apolitik oldum... Başkası çok benzer sebeplerden koyu militan olmuştur, olabilir. Bünye. Benimki böyle tepki verdi. Nasıl sen aynı benzer ve anlamsız sebeplerden Fenerbahçeli oldun, ben aynı ve anlamsız sebeplerden Galatasaraylı oldum, onun gibi. Anladın?
Sonra büyüdüm. Çocuğum oldu. Eskiden yine bir göz atardım ama çocuktan sonra (tanıdığım pek çok anne gibi) gazetelerin 3. sayfa haberlerini pas geçmeye başladım. İnsan, başka bir insanı koşulsuz ve sonsuz sevebilme kapasitesini ilk elden deneyimlerken, kalbi bu kadar nefreti kaldırmıyor. Başka annelerin çocuklarının, başka annelerin çocuklarına reva gördükleri şiddeti bilmek istemiyor. Küçük kutulara sığan bunca hayat, bunca ölüm, bunca şiddet, bunca vahşet, bunca tecavüz ağır geliyor.
Sen yaşı daha küçük üzülmesin diye klasik masalların sonunu değiştirirken “Yok yavrum, Pamuk Prenses’in annesi ölmedi, tatile gitti... Aa kurt babaannesini neden yesin? O dolaba saklandı” diye saçmalarken, çocuğa elinden geldiğince dostluğu, kardeşliği, spor sevgisini aşılamaya çalışırken televizyona bakıp “Volkan, Sabri’yi neden boğuyor?” diye sorunca afallıyorsun... El kadar çocukların gözüne sıkılan biber gazını seninkine sıkılmış gibi hissediyorsun... Onların gözyaşları, seninkinin gözünden akıyor...
Volkan Sabri’yi neden boğuyor bilmiyorum oğlum. Sabri Volkan’ı neden tırmaladı bilmiyorum. O muzu sallayanın, o şişeyi atanın, o küfrü edenin, o gazı sıkanın ruh halini anlamıyorum. Ama günün birinde biri, “Senin oğlunu bıçakladılar, öldü, Emre Melo’yu tahrik etmiş de” diye karşıma gelirse ona ne yapacağımı çok iyi biliyorum. Yeter be... Sizin erkek egemen kültürünüzden de, futbolunuzdan da, şiddetinizden de, sahte söylemlerinizden de... Siz kimin oğlunu öldürüyorsunuz? Bu böyle bilinsin, artık tarafım... Siz nerede duruyorsanız, tam karşınızdayım... Oğluma dokunanı yakarım...
Sonra 12 Eylül oldu. Annem evdeki Ruhi Su, Cem Karaca, Edip Akbayram plaklarını kırdı. Plaklardan geriye iki Seyyal Taner, bir Füsun Önal kaldı.. Biz hala küçüktük, Ruhi Su’yu pek dinlemezdik de Cem Karaca’nın ‘Düştük Mahpus Damlarına’ plağının kırılmasına çok ağladık. Favori dans şarkımızdı..
Annem o furyada albümlerden babamın sendikacı arkadaşlarıyla çektirdiği resimleri ayıkladı, ortadan kesti, babamsız yarıları küvette yaktı. Annemin fotoğraf operasyonu sonrası albümler çok komik oldu; Babam kolunu olmayan birinin omzuna atmış gülüyor, olmayan birileriyle karşılıklı göbek atıyor, bedeni olmayan kollarla kadeh tokuşturuyor.. Bakıp bakıp gülerdik: “Bak İlhan Amcanın koluyla babam düğünde!”
Babam banka müdürüydü ama sendikacıydı da... Her yeri geldiğinde, diyelim kardeşimle ben misafir çocuklarla oyuncuklarımızı paylaşmadığımızda BİLE, eşitlikten, adaletten, kardeşlikten bahsederdi. Kendi çocukken sopadan yaptığı oyuncağı anlatırdı, hiç oyuncağı olmayan çocukların hikâyelerini, biri bize aynısını yapsa hoşumuza gidip gitmeyeceğini... Uzun uzun anlatırdı, acayip sıkılırdık. Oyuncağı değil paylaşmak, hediye edip kurtulasımız gelirdi. Ama etmezdik, nitekim bizim de öyle çok oyuncağımız yoktu.
Ben işte o yıllarda bir ara, belki Mehmet Abi öldüğü için, belki dans ettiğim plaklar kırıldığı için ya da annemin bütün önlemlerine rağmen babam yine de tutuklandığı için, işte tamamen böyle apolitik sebepler yüzünden apolitik oldum... Başkası çok benzer sebeplerden koyu militan olmuştur, olabilir. Bünye. Benimki böyle tepki verdi. Nasıl sen aynı benzer ve anlamsız sebeplerden Fenerbahçeli oldun, ben aynı ve anlamsız sebeplerden Galatasaraylı oldum, onun gibi. Anladın?
Sonra büyüdüm. Çocuğum oldu. Eskiden yine bir göz atardım ama çocuktan sonra (tanıdığım pek çok anne gibi) gazetelerin 3. sayfa haberlerini pas geçmeye başladım. İnsan, başka bir insanı koşulsuz ve sonsuz sevebilme kapasitesini ilk elden deneyimlerken, kalbi bu kadar nefreti kaldırmıyor. Başka annelerin çocuklarının, başka annelerin çocuklarına reva gördükleri şiddeti bilmek istemiyor. Küçük kutulara sığan bunca hayat, bunca ölüm, bunca şiddet, bunca vahşet, bunca tecavüz ağır geliyor.
Sen yaşı daha küçük üzülmesin diye klasik masalların sonunu değiştirirken “Yok yavrum, Pamuk Prenses’in annesi ölmedi, tatile gitti... Aa kurt babaannesini neden yesin? O dolaba saklandı” diye saçmalarken, çocuğa elinden geldiğince dostluğu, kardeşliği, spor sevgisini aşılamaya çalışırken televizyona bakıp “Volkan, Sabri’yi neden boğuyor?” diye sorunca afallıyorsun... El kadar çocukların gözüne sıkılan biber gazını seninkine sıkılmış gibi hissediyorsun... Onların gözyaşları, seninkinin gözünden akıyor...
Volkan Sabri’yi neden boğuyor bilmiyorum oğlum. Sabri Volkan’ı neden tırmaladı bilmiyorum. O muzu sallayanın, o şişeyi atanın, o küfrü edenin, o gazı sıkanın ruh halini anlamıyorum. Ama günün birinde biri, “Senin oğlunu bıçakladılar, öldü, Emre Melo’yu tahrik etmiş de” diye karşıma gelirse ona ne yapacağımı çok iyi biliyorum. Yeter be... Sizin erkek egemen kültürünüzden de, futbolunuzdan da, şiddetinizden de, sahte söylemlerinizden de... Siz kimin oğlunu öldürüyorsunuz? Bu böyle bilinsin, artık tarafım... Siz nerede duruyorsanız, tam karşınızdayım... Oğluma dokunanı yakarım...
3 Mart 2013 Pazar
Efsane Veda
İnönü'ye veda ancak bu kadar güzel yapılabilirdi.Feda dediğimiz , bildiğimiz İnönü'ye veda ettiğimiz , derbi kazanamadığımız bir sezonda , borç batağında yüzerken böyle güzel bir gece yaşamak tarif edilemez bir duygu.
Maç öncesi favori gösterilmedi Beşiktaş.Oyuncuların,taraftarların maneviyatı gözardı edildi hep.Fenerbahçe'nin şampiyonluk yarışında ki yerinden bahsedildi hep - sanki Beşiktaş liderden 20 puan fark yemiş gibi.
O sezon başında ilk 5'e giremez denilen takım bugün şampiyonluk yarışının en önemli adaylarından biri haline geldi tekrar.Yıldızlarıyla göz kamaştırmayan,iyi oynamasa bile mücadele eden,birşeyler yapmaya çalışan mütevazı takım Fenerbahçe'ye çok sağlam bir tokat indirdi bu gece.
Bir maçın ya da sadece bir derbi olması dışında farklı anlamlar taşıyan bu maç aynı Kadıköy'de 4-3 kazandığımız o efsane maç gibi unutulmayacaklar arasında yerini almıştır.Hepinize ayrı ayrı teşekkürler çocuklar.
17 Ocak 2013 Perşembe
4 Ocak 2013 Cuma
3 Ocak 2013 Perşembe
Novak Djokovic
Erkeklerde tenisin 2 numarası Novak Djokovic'e taraftarı olduğu Kızılyıldız'ın forması hediye edilirken.Bu pozuna bakılınca aslında futbolcu da olabilirmiş diye düşündüm.Yeteneği bilmem de tip açısından kurtarıyor.
28 Aralık 2012 Cuma
Federasyon = Fenerasyon
Bir ülkenin futbolunun en üst noktası olan bir federasyon düşünün;
Verdiği kararlardan dönen,neyi neden yaptığını bilmeyen,taraftarı bu spordan uzaklaştırmak için elinden geleni yapan,somut adımlar atamayan,ADAM KAYIRAN ve en önemlisi KENDİ HAKEMİNİ KORUMAKTAN ACİZ olup belli isimlerin elinde oyuncak olsun.
Evet herkesin tahmin ettiği gibi bahsettiğimiz TFF'den başkası değil.Galatasaray-Fenerbahçe derbisinde Meireles'e çıkan kırmızı kart ve ardından gelen ceza hepimizi şaşırtmıştı bir Fenerbahçe oyuncusuna nasıl böyle bir ceza geldi diye ? Açık söylemeliyim ki 2 maçla geçiştirirler diye düşünmüş ceza bu derece olunca demek ki işler adil yürümeye başladı diye umut etmiştim ki sanırım erken konuşmuşum.
Verilen cezayla birlikte FB yönetiminin oluşturduğu kamuoyu,ortalığı yangın yerine çevirme becerisi ve fakir edebiyatı yine beklediği meyveleri verdi.Saha içinde hakeme yapmadığı terbiyesizlik ve hakaret kalmayan,hakemin otoritesini bitiren Meireles'in cezası düşürüldü.Peki buna şaşıran oldumu ? HAYIR !
Kendi bizzat atadığı hakemin, hakemlik hayatını bu kararla birlikte bitirdi TFF.Raporda geçen tükürük ve çeşitli hakaretleri göz ardı edip cezayı düşürdüler.Bundan sonra federasyon Halis Özkahya'yı Fb maçlarına nasıl atayacak ? Bu adam sahada otoritesini nasıl sağlayacak ? Kendi hakemini yalancı çıkaran TFF bu son olaylarla birlikte artık güvenilirliğini ve şeffaflığını kaybetmiştir.
Fakir edebiyatı yapıp,kendi söylediklerine kendileri bile inanmayan kimi kişiler ,söz konusu sarı-lacivert olunca bir beyine sahip olduğunu unutan toplulukları daha rahat yönetebilirler artık.Rant uğruna yada çeşitli çıkarlar uğruna bu derece alçalmak ve bu hale gelmek acınası.
Uzun lafın kısası geçmiş olsun Türk futbolu ve futbolun saflığına aşık olanlar.
Ayrıca merak edenler için Halis Özkahya'nın açıklaması;
“Olaylara anlam veremiyorum. Ben durduk yere, ‘Meireles bana tükürdü’ der miyim? Çok açık bir şekilde bana tükürdü. İlk günkü görüntülerde de bu durum çok net bir şekilde belli oluyor. Görüntüler iyi izlenirse Meireles’in bana ne şekilde tükürdüğü çok açık bir şekilde anlaşılıyor. Geçen hafta sonunda ortaya çıkan görüntülerde ise bir anormallik var. Özellikle Meireles’in dudak hareketleri iyi incelensin. Dudaklar tam oturmuyor. O görüntü acaba niye bu kadar geç çıktı? Herkesin bunu araştırması gerekir. Ama son çıkan görüntüler yüreğime su serpti. Bu görüntülerde Meireles’in bana tükürdüğü çok açık bir şekilde belli oluyor.''
24 Aralık 2012 Pazartesi
Bir Zamanlar Beşiktaş..
Breh breh breh kimler yok ki resimde.Guti,Q7,Simao.Çok değil 2011'de kaldırmıştık kupayı Kayseri'de.
17 Aralık 2012 Pazartesi
Pirlo Başgan
Cantona ve Beckenbauer'den sonra sıra Pirlo Reis'te.Şahsi fikrime göre 3 illüstrasyon arasında en iyisi Pirlo olduğu yönünde,o yüzden onu en sona bıraktım.
15 Aralık 2012 Cumartesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)